Sevi Gözay Uğurlu

seviugurlu@gmail.com

Kayıp zamanların nakışı

Fotoğraflar ile geçmişe yolculuk yapabileceğinize inananlardan mısınız? Çünkü ben öyleyim… Bir fotoğraf; bizi yokuşlardan aşağı itekleyebilir, kanıksanan tüm tanımlamaları yerle bir edebilir, eskimiş yarayı dürtebilir…

8483

Yazı için bir eşlikçi önerisi: The Cranberries - Ode To My Family

Geçen gün "Rüzgarlı Kentin Hafızası" öncülüğünde düzenlenen “Hafıza İşleme” atölyesine katıldım. Mukadderatını tamamlamış fotoğraflara, iğne-iplik ve pullarla nakış işlediğimiz bu atölyeden bahsetmesem olmazdı. İsteyen kendi fotoğrafını getirirken, ben atölyeden bir fotoğraf seçme kararı aldım. Fotoğraflar üzerine düşündüğümüz, bazı kendimizi bazı hikayemizi anlattığımız atölyede, geçmiş zamanların hissiyatları birbirine karıştı. Herkesin fotoğrafı kendine yitik, herkesin zamanı kendine kayıp. Atölye deneyimim, "aile" ve "kökler" etrafında şekillendi benim için. Aile, hem her şey hem de hiçbir şey olabilirdi.

Yalı Hanı’nı bilirsiniz. Han’dan çeperi Çanakkale sınırlarına kadar olan bir yuvarlak çizelim. Bu yuvarlağın içinde kalanlara, yani bizlere ve köklerimize dair hikayeleri anlatmamızı isteyen üç kadını da aklımızda tutalım.

İşte o gün, geçmişin siyah-beyaz fotoğraflarını, bugünün renkleriyle dokumak için Yalı Hanı’nda buluştuk. Önce konuştuk, tanıştık. Sonra bir bir açıkladık, neden buradayız. Kimdi bu fotoğraftakiler, biz kimdik? Atölye Kolaylaştırıcısı Damla, atölyede ne ve neden yapacağımızı anlattı bize...

Bilerek fotoğraf getirmemiştim. Geçtiğimiz sene anneannemi kaybetmemizin ardından, tüm fotoğraf albümünü, dijitale geçirmek için yanıma almıştım. Peki o gün neden götürmedim? Atölyeden bir saat kadar önce evdeki albümlere göz gezdirmiştim. Her şey tam da hatırladığım gibi ve tüm hatırladıklarım fotoğraflar kadardı. O andan bir öncesi, bir sonrası yoktu… Tüm anılar kendi yağıyla kavrulmaya devam etsin diye albümün kapağını sıkı sıkı kapattım. Bu farkındalığın saçımı çok çekiştireceğine ve günün geri kalanından büsbütün münferit olacağına inandığım için başkasının anılarını işlemek, görece makul bir savunma mekanizmasıydı. Çünkü elimde tuttuğum fotoğrafa karşı manevi bir sorumluluğum yoktu. Hoş! Bendeki tüm fotoğraflar da "hatırladığım" kadar değerliydi. Neyse, bu tartışma benim içimde bile yeteri kadar büyük, burada bırakalım.

Atölyeye gitmeden önce aklımda, kadınların yıllardır tekrarladığı o güçlü duruşu, "eli belinde" motifini işlemek vardı. En az üç nesil kadının bir arada -eğer şanslıysam evde- denk getirebilirsem ne de güzel olurdu! Şanslıydım. Peki neden eli belinde? Son zamanlarda toplumsal cinsiyet rollerimiz ve kültürel desenlerimiz ile pek iç içeyim diyelim. “Bir anneyi ve onun kendi hayatının penceresinden gördüklerini anlattığı, yaşam deneyimini aktardığı kızları”nı görmek istedim. Bu pencerenin hangi hayatlarda zuhur edebildiğine şaşırıyorum hala. Bana ait olmayan anılara bakarken, aradığım o kaybolan parçayı, eksik hikayeyi tam anlamıyla buldum. Öte yandan, “Ode to my family” önerimin, benim atölye ve nakışlar üzerinden kurduğum şahsi bir bağlantı olduğunu söylemekte de fayda var.

Bu benim işlediğim fotoğraf… Renklerimi de “eli belinde”ye yakışması için kilim renklerine uygun olarak seçtim.

Derinlere sızdığınızda sarsıcı ama günün sonunda keyifli bir atölyeyi tamamlarken, o gün bir başkasının hatırası aklımda yer etti. Han’ın günümüzdeki sahibi Hasan Bey ve kardeşi Handan Hanım da etkinliğe katılmış, fotoğrafı olmayan katılımcılar için getirilenler arasında kendileri için arayışa çıkmışlardı. Hasan Bey bir ceylan resmini hepimize göstererek, “Fotoğraflara bakarken ilginç bir şey oldu” dedi ve anlatmaya başladı. Senelerden 1950’ler… O zamanlar Yalı Hanı gerçekten bir "han" imiş ve içerisinde iki tane de ceylan gezermiş. Bu ceylanlar; Hasan Bey ile Handan Hanım'ın babası Ahmet Bey ile birlikte günümüzün Kemalyeri, geçmişin Lapata Sokak’taki evlerinden gelir iken yoldaki manavların tezgahlarını da süpürürmüş. Ben diyeyim marullar siz deyin maydanozlar… Ahmet Bey de gece olduğu ve hanı kapattığı vakit, eve doğru yol alırmış. Alırmış da önce manavlardaki borç defterlerini ödemek gerekirmiş… Ormandan sahiplenilmiş ceylanlar, Hasan Bey ile Handan Hanım için tebessüm ederek anlattıkları günlerin anıları olmuş. Çocukluklarına dönen iki kardeş, bugün yolu Çanakkale’ye düşen herkesin uğradığı Yalı Hanı ve bir kare fotoğraf… O an, yarım asır, sanki hiç geçmemişçesine, bir kedi gibi hanın duvarlarına sokuldu.

Fotoğrafın orada olması da hiç tesadüf değilmiş, meğer Özge minik bir sürpriz hazırlamış.

İki ceylan ve Ahmet Bey, Yalı Hanı

Üç kadından bahsetmiştim ya size, her şeyin en başında… Damla, Özge ve Ekin ile atölye sonrası birer kahve içtik ve kısaca projelerini konuştuk. Onların ağzından dinleyelim…

"Fotoğraflara nakış işlemek”

Öğrencilik yıllarında yolu sahafların kutularına düşen fotoğraflarla kesiştiğini ve onları biriktirdiğini anlatan Kolaj Sanatçısı ve Atölye Kolaylaştırıcısı Damla Sandal, “Elimde fotoğraflar vardı ve nakış yaparak anlatmak istediğim hikayeleri, aktarmak, altını çizmek istediğim meseleleri yaptığım nakış çalışmaları ile bütünleştirdim." diyor. Uzun süredir çeşitli atölyeler düzenleyen Damla, "Topladığım fotoğrafları bir gün değerlendirebileceğimi biliyordum hep. Bireysel bir uğraş olarak başladım işlemeye, nakış yapmaya. Sonra bu bireysel deneyimi kolektife açmak istedik. İlk atölye sonrası çok güzel geri dönüşler aldım. ‘Buna devam edebiliriz’ dedim. Bana iyi gelen bir şeydi. Paylaşma ihtiyacını başka insanların da hissettiğini görünce serüven başladı ve katman katman büyüyerek, çoğaldı. Başlangıçta fotoğrafları ben seçiyordum ancak daha sonra katılımcılardan kendi aile fotoğraflarını getirenler olduğunu görünce herkesin kendine dair olanı getirip masaya hikayesini de bırakabileceğini düşündüm. Gelen fotoğraflar üzerine konuşarak, yaşantımızın ortaklaştığı ve ayrıştığı yanları görmek, bir şarkıyı devam ettirir gibi bir ahenk yakalamak ve en önemlisi bir paylaşım alanına vesile olmak çok hoşuma gitti.” şeklinde konuştu.

Damla, Özge ve Ekin

Rüzgarlı Kentin Hafızası’nı biliyor musunuz?

Bağımsız Araştırmacı Özge Doruk da 5 senedir devam eden ve kıymetli bir proje olan Rüzgarlı Kentin Hafızası hakkında bilgi verdi. Çanakkale’de bilinen simalar ile yaptığı sohbetlerini uzun zamandır podcastlerinden takip diyordum bu arada.

Peki bu proje nasıl doğdu? Özge işte şu sözlerle anlatıyor sorunun cevabını: “Çanakkale’de efsanevi ve destansı olmayan anlatıların peşinde bir çalışma bu. Büyük tarihi anlatılar değil de tam tersine, kentin içinden daha bireysel hikayeleri bir araya getirdiğimiz ve onların bağlantılarıyla kent belleği üzerine konuştuğumuz bir çalışma bu. Bir podcast çalışması da var, sosyal medya üzerinden hatırlama ve hatırlatma çalışması olarak özetleyebiliriz. Bunun anlamı biraz, içinde yaşadığımız kenti tanımaya ve birlikte yaşadığımız insanlara dair bağ kurmaya da dayanıyor. Bütün bu anıların aslında birleşimi bir kolektiflik oluşturuyor, biz bir topluluk oluyoruz. bunlar önemli çünkü o kenti korumak, yaşatmak için bu anılar çok önemli.”

İnternet sitesinde herkes kendi hikayesini paylaşabiliyor

Proje kapsamında açılan bir de internet sitesi bulunuyor. Siteye girdiğiniz anda Çanakkale’nin simgelerinin suluboya çizimlerine benzer bir şekilde harita üzerinde yer aldığını görüyorsunuz. Bu simgelere tıklayarak, o lokasyona ait anınızı paylaşmak için bir yazı yazabiliyorsunuz. Projenin Sanat Yönetmeni Ekin Taneri, internet sitesi hakkında bilgi vererek, “İnteraktif site yaratma fikri aslında kolektif hafıza yaratma fikrinden ortaya çıktı. Bunun dünyada bir sürü örneği var. Benim yüksek lisansım da bu konu üzerineydi ve hayalimde hep şehir hafızasını kapsayan bir proje yapmaktı. Özge’nin Rüzgarlı Kent’i için hayalimizde de böyle bir site yapmak vardı. Siteye girdiğinizde sizi bir harita karşılıyor. Tıkladığınız zaman, bizim sizin için çektiğimiz bir video ve kısa bir açıklamasını görüyorsunuz. Ama siteyi asıl kıymetli yapan insanların blog yazıları ekledikleri kısımları... İlerleyen zamanlarda ses, video gibi şeyler ekleyerek, biraz daha zenginleştirmek istiyoruz. Aslında özetle; yazılı, alternatif bir tarih de bırakmak istiyoruz.” dedi. Ekin sözlerine, “Kolektif hafızanın inşası ile egemen hafızaya alternatif bir alan yaratmak istiyoruz. Her şehrin insanlarının o şehre bıraktığı bir anı var. Bunu tarihin bir parçası olarak konumlamak istiyoruz.” eklemesini de yaptı.

Üç kadına, anıların izini sürdükleri yolların açık olmasını temenni ediyor ve bu yâd edici atölyeye yeniden katılmayı heyecanla bekliyorum…

İnternet sitesi: https://ruzgarlikentinhafizasi.com

Projenin Instagramı: @ruzgarlikentinhafizasi

Atölyenin Instagramı: @hafizayiislemek